Bir aşk... Bir Cumhuriyet...

Dünyaya geldiğinde takvimler 2 Nisan 1894’ü gösteriyordu. Kimine göre Ortaköy’de, kimine göre Adapazarı Beynevit’teki köy evinde doğdu. Annesi Gürcü Emine Nazikeda Kadınefendi’ydi. Doğan kız çocuğuna Sabiha ismi koydular.

*Görsel yazının içeriğine göre yapay zeka tarafından oluşturulmuştur

Doğumundan henüz birkaç ay sonra, 10 Temmuz 1894’te İstanbul’u yerle bir eden ve “Zelzele-i Müthişe” diye anılan büyük deprem oldu.
Sarsılan yalnızca şehir değildi; imparatorluk da ağır ağır, sessiz bir çöküşe sürükleniyordu.

Sabiha, yaşıtlarından farklıydı; ayrıcalıklı, korunmuş, incelikle yetiştiriliyordu.
Ablası Ulviye ile birlikte Batılı bir prenses terbiyesi görüyor, Mlle Voçino’dan piyano dersleri alıyordu.
Şair Yahya Kemal’in “farklı biri” diyerek tarif ettiği genç kadın, zekâsı, zarafeti ve güzelliğiyle dikkat çekiyordu.
Kudretli babasının mahrem-i esrarı, sırdaşı, en küçük kızıydı.

1918’e gelindiğinde 24 yaşındaydı ve hâlâ evlenmemişti.
İtilaf Devletleri güçlerinin İstiklal Caddesi’nde askerî geçit töreni yapmasına, yani başkentin işgaline az kalmıştı.
Güzelliği dillere destandı. “Damad-ı Şehriyâri” unvanını almak isteyen nice talip Sabiha’nın kapısını çalıyordu.
Bunlardan biri, Osmanlı’nın Bahriye Nazırı olarak görev yapan ve Osmanlı Devleti’nin çöküş belgesi Mondros Mütarekesi’ni hükümet adına imzalayacak olan Rauf Bey (Orbay) idi.
Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti mensubu Fuat Bey hatta İran Şahı Ahmed Kaçar Han’a kadar birçok kişi onunla evlenmek için yarışıyordu.

Ve bir gün kader, Sabiha’nın yoluna genç, zeki, asi ruhlu bir subayı çıkardı.
Yakışıklıydı, ateş gibi gözleri vardı; etrafındakiler onun geleceğini parlak görüyordu.
Sabiha ile evlenmek istiyordu.
Sabiha’nın kudretli babası da bu izdivacı uygun buluyordu; zira yanına güvendiği, geleceği parlak bir kumandan alacaktı.
Çevresindeki arkadaşları da subayın bu evliliği gerçekleştirmesi için ısrar ediyordu.

RİVAYETLER MUHTELİF

Sabiha’nın gözünün önünde genç bir askerle evlenen Enver Paşa–Naciye Sultan çiftinin mutsuzluğu vardı; bir subayla evlilikten çekindiği söylenir.
Yıllar sonra yakın dostlarına anlattığına göre genç adamı yalnızca bir kez görmüş, etkilenmiş, “Gayet yakışıklı idi, gözleri alev alev yanıyordu; fakat evlenemezdim.” demişti.

Diğer rivayet ise şöyledir:
Genç adam bir gün yanında arkadaşı Dr. Rasim Ferit Talay ile Pera’daki eğlenceden çıkıp Maçka Kışlası’na doğru yürür.
Kışlanın karşısındaki parkta oturduklarında genç adam Sabiha ile evlilik meselesini açar.
Arkadaşı, çeşitli gerekçelerle bu evliliğin olmaması yönünde telkinde bulunur.
Genç adam doktor arkadaşının sözlerini dinledikten sonra ikna olur ve “Tek dostum senmişsin.” diyerek meseleyi bir daha açmamak üzere kapatır.
Evlilik gerçekleşmez.

Peki kimdir bu herkesin peşinde olduğu Sabiha?
Sabiha, Osmanlı İmparatorluğu’nun 4 Temmuz 1918 tarihinde tahta geçen 36. ve son padişahı, sondan bir önceki halifesi Vahideddin’in kızı Sabiha Sultan’dır.
Hikâyenin diğer kahramanı genç adam ise, bir süre sonra 16 Mayıs 1919 Cuma günü öğleden sonra İstanbul Galata Rıhtımı’ndan beraberindekilerle Samsun’a hareket edecek olan Mustafa Kemal’dir.

Sonrası malum…
Sabiha Sultan sonrasında, son Osmanlı halifesi Abdülmecid Efendi’nin oğlu Ömer Faruk Efendi ile evlenir.
Mustafa Kemal’in genç bir subayken izdivacına talip olduğu Sabiha Sultan’la evlenen kişi, Ömer Faruk Efendi’dir.
Zeki Paşa Yalısı’nı satın alır ve 1924 yılında sürgüne gönderilene kadar burada karısı Sabiha ve çocuklarıyla birlikte yaşar.

ZEKİ PAŞA YALISI'NIN HİKAYESİ...

Yalı, Tophane Müşiri (Mareşal) Mustafa Zeki Paşa tarafından karısı Ayşe Hanım için yaptırılır.
Fakat içinde oturmak kısmet olmaz.
II. Meşrutiyet’in ardından İttihatçılar tarafından tutuklanıp önce Büyükada’ya, sonra Rodos’a sürgün edilir.
Sonrasında “hain” olarak anılan damadı Ali Kemal bu yalıda bir süre oturur.
Ali Kemal kim peki?
İngiltere’nin eski başbakanı Boris Johnson’ın büyük dedesi…

Bugün hâlâ Boğaz’da tüm heybetiyle ayakta duran Zeki Paşa Yalısı, İstanbul’un en değerli yapısı olarak anılır.

DÖNELİM SABİHA SULTAN İLE MUSTAFA KEMAL MEVZUSUNA...

Anlatılanlardan, Mustafa Kemal’in Sabiha Sultan’la evlenmekte en azından bir süre oldukça ısrarlı olduğu anlaşılmaktadır.

Peki…
Mustafa Kemal, Sabiha Sultan ile evlenip Osmanlı sarayına damat olsaydı tarih nasıl akardı?
Sabiha Sultan’ı yanına alıp Anadolu’ya geçer miydi?
Ya da tek başına mı geçerdi?
Sabiha Sultan buna izin verir miydi acaba?
Yoksa sarayda taht kavgasına mı dahil olurdu?
Yoksa damat olarak girdiği saraydan yeni bir hikâye mi yaratırdı?
Çoluk çocuğa karışıp herkes gibi ortalama bir hayat ihtimali…
Bilinmez…

SONRASINA BAŞKA BİR RİVAYET

Şanlıurfa Halfeti’ye bağlı Cibin isimli bir Ermeni köyünde doğdu.
Annesi Maryam Sebilciyan’dı, babası ise Nerses Sebilciyan.
Nerses, 1915’teki olaylar sırasında ölür.
Maryam da bir süre sonra aynı akıbeti paylaşır.
Maryam ile Nerses’in ikisi kız, yedi çocuğu olmuştu.
Kızlardan biri Diruhi, diğeri Hatun’du.
Daruhi ve Hatun yetimhaneye verilir.
Hatun yetimhanedeyken Atatürk tarafından evlatlık alınır.
Artık Atatürk’ün manevi kızıdır Hatun.

İsmi değiştirilir.
Yeni ismi “Sabiha”dır.
Sonra soyismi verilir ve artık “Sabiha Gökçen”dir.

YENİDEN SABİHA SULTAN'A DÖNELİM

Sabiha Sultan ve eşi Şehzade Ömer Faruk Efendi, kışları Nişantaşı’ndaki konakta, yazları ise Rumelihisarı’ndaki Zeki Paşa Yalısı’nda yaşıyorlardı.
İlk kızları Neslişah, 4 Şubat 1921’de Nişantaşı’ndaki konakta dünyaya geldi.
Fakat Sabiha Sultan, aradan yalnızca üç buçuk sene geçtikten sonra ailesiyle beraber sürgüne gönderildi.

Hanedan mensuplarının mallarına el konmamasına rağmen, Sabiha Sultan’ın oturduğu Nişantaşı’ndaki konağın hikâyesi bambaşka gelişti:
İstanbul Birinci Hukuk Mahkemesi, 1 Şubat 1926 tarihinde verdiği 23 numaralı kararla konağın Sabiha Sultan’ın üzerine olan tapu senedini iptal etti ve konak ile arazisi önce Millî Emlak’a devredildi.
Sonra Emlâk ve Eytam Bankası’na verildi; oradan da Terakki Vakfı’na tahsis edildi.
Yıktırılan konağın yerine inşa edilen bina uzun yıllar Şişli Terakki Lisesi tarafından kullanıldı.
Derken o bina da yıktırıldı ve yerine City’s alışveriş merkezi yapıldı.

İlginç olan husus ise şudur:
Hanedanın hiçbir mensubunun malına el konmamışken neden yalnızca Sabiha Sultan’ın konağı konusunda bir istisna yapıldı?
Neden acaba?
Geçmişin kapanmayan bir hesabı olabilir mi?
Kim bilir…