Channel 4, modern tarihin en merak edilen figürü Adolf Hitler’in DNA’sını çözmeye odaklanan iki bölümlük belgeseli Hitler’in DNA’sı: Bir Diktatörün Planı ile izleyicinin karşısına çıktı. Yapımcıların kendilerine sorması gereken iki temel soru vardı: Birincisi, “Bu mümkün mü?” İkincisi ise, “Bilim insanları yapabiliyor diye, yapmalı mı?”

Program ekibi, Pennsylvania, Gettysburg’daki bir askeri müzede Hitler’in intihar ettiği kanepeden alınmış kanlı bir kumaş örneğini bulmayı başardı.

Hitler’in erkek soyundan bir akrabadan daha önce alınmış sürüntü örneğiyle yapılan DNA karşılaştırması, mükemmel bir Y kromozomu eşleşmesi gösterdi. Profesör Turi King, Richard III’ün kalıntılarının DNA doğrulamasını yapan bilim insanı olarak projeye katıldı.

Dr. Alex Kay ile iş birliği yapan ekip, Hitler’in biyolojisi ve ruh sağlığı hakkında yeni bulgulara ulaştı.

GENETİK BULGULAR VE CİNSEL SAĞLIK

Belgesel, Hitler’in Yahudi kökenli olduğu yönündeki eski söylentiyi de çürüttü. Araştırmacılar, PROK2 geninde nadir bir mutasyon bulduklarını ve bunun ergenliğin normal seyrini engelleyebileceğini ortaya koydu.

1923 tarihli tıbbi kayıtlar, Hitler’in sağ testisinin inmemiş olduğunu gösteriyordu. Bu bulgular, Kallmann sendromu gibi genetik bir durumun olası olduğunu ve cinsel ilişkilerde zorluk çekmiş olabileceğini düşündürüyor.

Profesör King, projeyle ilgili olarak, "Bunun için çok üzüldüm. Ama bir noktada yapılacak ve bunun son derece ölçülü ve titiz bir şekilde yapılmasını istedik" dedi.

"Kendi genetik sonuçlarına baksaydı, büyük ihtimalle kendini gaz odalarına gönderirdi." diye ekledi.

PSİKOLOJİK EĞİLİMLER VE TARTIŞMALAR

Yapımcılar, poligenik risk skorları (PRS) testleriyle Hitler’in nörogelişimsel ve psikiyatrik eğilimlerini de değerlendirdi. Bulgulara göre, Hitler’in “dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) geçirme olasılığı ortalamanın üzerinde”, bazı otistik davranışlar sergileme olasılığı “yüksek”, antisosyal eğilimleri ve şizofreni geliştirme olasılığı da yüksek görünüyor.

Cambridge Üniversitesi’nden Dr. Alex Tsompanidis, “Biyolojisinin yardımcı olmadığını söylemek sanırım doğru olur. Burada herhangi bir klinik terimin geçerli olduğunu sanmıyorum. Bilemeyiz, teşhis koyamayız. Bilişsel sürecin etkilenmiş olması muhtemel, ancak bunu söylerken genetiği kadar davranışını da kullanıyorum” dedi.

GENETİK DETERMİNİZMİN TEHLİKESİ

Bu testlerin özellikle otizm ve DEHB gibi rahatsızlıklar için kullanılması büyük bir etik risk taşıyor. Çünkü nefret edilen bir tarihsel figürle bu nörolojik özellikleri ilişkilendirmek, milyonlarca insanın damgalanmasına yol açabilir. “Hitler otizmliydi” gibi başlıkların ortaya çıkması hem bilime hem de topluma zarar verebilir.

Sonuç olarak belgesel, bilimsel açıdan merak uyandırsa da, genetik determinizme kayma, etik sınırların zorlanması ve nöroçeşitliliğin damgalanması gibi ciddi tartışmaları da beraberinde getiriyor. Bilim insanlarının yıllardır sorduğu o klasik soruyu yeniden gündeme taşıyor:
Bilim yapabiliyorsa, gerçekten yapmalı mı?