YAŞAM

Çıldırmanın eşiğindeyiz: ''Toplumsal cinnet'' yükselişte!

Son günlerde özellikle şehir hayatı içerisinde yaşanan cinnet geçirme halleri çok daha fazla haber konusu olmaya başladı. Yol vermeyenlere saldıran trafik teröristleri,  kalabalık alanlarda özellikle metrolarda yaşanan arbedeler, sosyal medyada eleştiri sınırlarını çokça aşan yorumlar, linçlemeler artık iletişim ve diyaloğun yerinin şiddetin aldığını gösteren boyutlara ulaştı.

Türkiye’de son zamanlarda yaşanan şiddet ve cinnet olaylarındaki artış göz korkutuyor. Evde aile içi, sokakta toplumsal alanda yaşanan ve haber bültenlerine yansıyan, hastanelerde de zirve yapan şiddet olaylarının gün geçtikçe tırmanması endişe veriyor.

En basit tartışmaların ölümle sonuçlanması, empati kültürünün yok olması, diyaloğun yerini sadece kaba kuvvet ve şiddetin alması ruh sağlığımızın yerinde olmadığının en büyük göstergelerinden.

TOPLUMDA ŞİDDET SARMALI

Özellikle yaşanan ekonomik sorunların insanlar üzerinde yarattığı stres ve gelecek kaygısı gibi yaşamsal konuların tetiklediği şiddet olayları toplumu adeta bir sarmala döndürüyor.

Vahşi cinayetlerin sayısındaki patlama, 18 yaşına bile girmemiş gençlerin suç işleme oranlarındaki artış, bireysel silahlanma, sosyal medyada yapılan şiddet güzellemeleri, adalette yaşanan gecikmeler ve cezasızlık kültürü toplumsal cinneti adeta körükledi.

DİYALOG ÖLDÜ, ŞİDDET YENİ DİL

Uzmanlar bu durumu “Bunun en büyük tetikleyicisi ekonomik kıskacın yarattığı baskıdır. İşsizlik, enflasyon ve gelecek kaygısı altında ezilen birey, öfkesini her an patlamaya hazır bir şekilde içinde taşıyor. Cüzdanlar boşalırken, zihinler de tükeniyor. Bu tükenişin faturası ise şiddetle ödeniyor. En basit tartışmalar bile ölümle sonuçlanıyor. Bir korna sesi, bir sıradaki itiraz ya da küçücük bir aksilik, insanları hayvani bir öfkeye sürüklüyor. Artık konuşmak, anlamak, empati kurmak diye bir şey kalmadı. Diyalog öldü; şiddet ise yeni dilimiz oldu” şeklinde açıklıyor.

KAÇINILMAZ OLABİLİR

Dünya Bankası’nın geçen sene yayımlanan Yoksulluk, Refah ve Gezegen Raporu’nda da “Gelir adaletsizliği, yalnızca yoksulların değil, en zenginlerin de yaşam kalitesini tehdit eden bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Toplumun daha iyi bir geleceğe sahip olabilmesi için kapsayıcı politikalarla yoksulluğu ve gelir eşitsizliğini azaltmak zaruri; aksi takdirde, sosyal ve ekonomik dengeler bozulmaya devam edecek, toplumsal huzursuzluklar giderek derinleşecek ve ‘toplumsal cinnet’ kaçınılmaz olacak." tespiti yapılmış ve soruna dikkat çekilmişti.

EKONOMİ TETİKLİYOR

Raporda yer alan verilere göre bugün dünya nüfusunun %8,5’i oluşturan 692 milyon insan aşırı yoksulluk içinde yaşarken, Türkiye’de de durum iç açıcı değil. TÜRK-İŞ’in 2025 Eylül ayı verilerine göre Türkiye’de dört kişilik bir ailenin sadece gıda harcamaları için yapması gereken aylık minimum tutar, yani açlık sınırı 27.970,50 TL’ye yükselmiş durumda. Ancak yoksulluk sınırı, yani gıda ile birlikte diğer temel ihtiyaçlar (kira, ulaşım, eğitim, sağlık vb.) için gereken toplam gelir tutarı 91.109,11 TL’yi buluyor. Bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyeti ise 36.304,79 TL’ye yükseldi. Asgari ücret ise 22.104,67 TL. seviyesinde.

ÇOĞU OLAYLARIN SEBEBİ EKONOMİK

Söz konusu verileri değerlendiren Toplum Çalışmaları Enstitüsü Genel Sekreteri Çiğdem Gizem Okkaoğlu, “Elbette toplumsal sorunları bütünüyle yoksulluk artışına ve gelir eşitsizliğine bağlamak doğru değil, bu manipülatif bir yorum olur. Ancak ülkemizde gözlemlediğimiz sorunların pek çoğunun ekonomi kaynaklı olduğunu ve ekonomi kaynaklı problemlerin de temelinde gelir eşitsizliğinin yattığını söylemek yanlışlanması zor bir tespit olacaktır” şeklinde konuştu.