KÜLTÜR SANAT

2025 yılında Türkiye'nin en önemli 10 arkeolojik keşfi

Arkeoloji platformu Arkeofili tarafından derlenen 2025 yılının en sarsıcı 10 keşfi, Türkiye'nin dört bir yanındaki kazı alanlarının insanlık tarihini nasıl yeniden şekillendirdiğini gözler önüne seriyor.

1. Karahantepe’de Bilinen En Eski Üç Boyutlu Hikaye - Şanlıurfa Şanlıurfa’da yer alan ve insanlık tarihinin en gizemli duraklarından biri olan Karahantepe, yaklaşık 12 bin yıllık geçmişiyle arkeoloji dünyasını sarsmaya devam ediyor. Prof. Dr. Necmi Karul başkanlığındaki kazılarda gün yüzüne çıkarılan 1,3 metre yüksekliğindeki T biçimli dikilitaş, üzerindeki benzersiz üç boyutlu insan yüzü kabartmasıyla anıtsal yapıların doğrudan insan figürünü temsil ettiğini ilk kez bu kadar somut bir şekilde kanıtlıyor. Ancak bu yılın en büyüleyici keşfi, özenle gömülerek terk edilmiş bir yapının içinde bulunan ve tarihin bilinen en eski üç boyutlu hikayesi olarak nitelendirilen eser grubudur; dipsiz bir taş kâsenin içerisine yerleştirilen yaban domuzu, akbaba ve tilki figürlerinin her birinin başının ayrı bir taş halka içine konumlandırılması, bu hayvanların ortak bir kaderi paylaştığına dair derin bir simgesel anlatı ve karmaşık bir ritüelistik kompozisyon sunuyor.

2. Çatalhöyük’te 8.000 Yıl Önce Kadın Merkezli Yaşam - Konya Konya’da bulunan Neolitik yerleşim alanı Çatalhöyük’te gerçekleştirilen kapsamlı genom araştırması, 8.000 yıl önce bu kadim toplumun kadın merkezli ve akrabalık bağlarından ziyade topluluk temelli bir sosyal yapıya sahip olduğunu kanıtlıyor. 35 farklı evden alınan 131 bireyin DNA analizi, yerleşimin erken evrelerinde biyolojik aile düzeni görülürken, zamanla hane yapılarının genetik bağı olmayan bireylerle ortaklaşa bir yaşam biçimine evrildiğini; ancak bu sosyal düzenin merkezinde kadınların ve annelik hatlarının korunduğunu gösteriyor. Avrupa’daki çağdaş toplulukların aksine erkeklerin yetişkinlikte evden ayrılıp kadınların kök saldığı bu düzende, kız bebeklerin erkeklere oranla beş kat daha fazla mezar eşyasıyla uğurlanması, Çatalhöyük’ün on yıllardır konuşulan "anaerkil" kimliğine dair en somut ve çarpıcı bilimsel veriyi sunuyor.

3. Gordion’da 2.700 Yıllık Kraliyet Mezarı - Ankara Ankara’daki Gordion Antik Kenti’nde gün yüzüne çıkarılan 2.700 yıllık "T26" tümülüsü, Frig krallık ailesinin gizemli defin ritüellerine dair ezber bozan veriler sunuyor. Yaklaşık 8 metre yüksekliğinde ve 60 metre çapındaki bu anıtsal mezar yapısı, içerisinde 100'den fazla değerli eseri barındıran ahşap bir odayı saklarken; bronz testilerin korozyon etkisi sayesinde günümüze kadar ulaşmayı başaran nadir keten örtü kalıntıları arkeoloji dünyasında büyük heyecan yaratıyor. MÖ 750’lere tarihlenen ve Gordion’da şimdiye dek saptanan en eski kremasyon (yakarak gömme) örneği olan bu mezar, barındırdığı zengin bronz kazanlar ve tütsülüklerle birlikte, burada yatan kişinin Kral Midas’ın babası Gordias veya hanedanın yüksek statülü bir üyesi olduğu ihtimalini güçlendirerek Frig siyasi tarihine ışık tutuyor.

4. Körzüt Kalesi’nde Urartu Yerleşiminin Adı - Van Van’ın Muradiye ilçesinde yer alan Körzüt Kalesi’ndeki kazılarda, antik bir tapınağın kuzey cephesinde bulunan çivi yazılı taş blokların uzmanlarca çözümlenmesi sonucunda, yerleşimin Urartu dönemindeki kayıp ismi nihayet gün yüzüne çıkarıldı. İki ayrı bloktaki metinlerin birbirini tamamladığının anlaşılmasıyla ulaşılan "Haldi Patari" ifadesi, kentin Urartu’nun baş tanrısı Haldi’ye adanmış bir "Kutsal Kent" olduğunu belgeleyerek bölgenin dini ve siyasi literatürdeki önemini kesinleştirdi. Bu keşif, Körzüt Kalesi’nin sadece askeri bir savunma noktası değil, aynı zamanda tanrı Haldi adına inşa edilmiş prestijli bir merkez olduğunu kanıtlayarak Urartu tarihine dair önemli bir boşluğu doldurmuş oldu.

5. Küllüoba Höyüğünde 5.000 Yıllık Ekmek - Eskişehir Eskişehir’deki Küllüoba Höyüğü kazılarında, İlk Tunç Çağı’nın başına tarihlenen ve yaklaşık 5.000 yıl önce bir evin kapı eşiğine ritüelistik amaçlarla gömüldüğü düşünülen benzersiz bir ekmek kalıntısı gün yüzüne çıkarıldı. Bir parçası özellikle koparılıp yakıldıktan sonra toprağa bırakılan bu organik buluntu, üzerinde yer alan 50 santimetrelik steril kırmızı toprak katmanı sayesinde günümüze kadar formunu koruyarak ulaşabilmiş; yapılan analizler ise ekmeğin mayalanıp pişirildiğini, içeriğinde ise ağırlıklı olarak gernik buğdayı ve bir miktar mercimek bulunduğunu kanıtlamıştır. Nadiren rastlanan bu arkeolojik veriden ilham alan Eskişehir Halk Ekmek Fabrikası, "Küllüoba Ekmeği" adıyla bu kadim lezzetin modern bir benzerini üreterek kent sakinlerinin beş bin yıllık bir geleneğin tadına bakmasına olanak sağlamıştır.

6. Limyra’da Kayıp Zeus Tapınağı - Antalya Antalya’nın Finike ilçesindeki Limyra Antik Kenti’nde yürütülen kazılarda, 1982 yılından beri epigrafik kaynaklar aracılığıyla varlığı bilinen ancak konumu gizemini koruyan Zeus Tapınağı, 43 yıl süren arayışın ardından nihayet gün yüzüne çıkarıldı. Kentin batı kesimindeki Toçak Dağı eteklerinde yapılan çalışmalarda, yaklaşık 15 metre genişliğindeki ön cephesi ve ante duvarlarıyla somut mimarisi teyit edilen tapınağın, Klasik Dönem'den Roma İmparatorluğu'na kadar şehrin baş tanrısına hizmet ettiği kesinleşirken; Roma Caddesi altındaki anıtsal kapının da bu kutsal alana açıldığı anlaşıldı. Üzerine Bizans döneminde bir sur hattı inşa edilen ve ana odası (cella) şu an bir portakal bahçesinde kalan bu tarihi yapının, kamulaştırma süreçlerinin tamamlanmasıyla birlikte Hellenistik ve Roma dönemlerindeki dini rolüne dair daha kapsamlı veriler sunması bekleniyor.

7. Troya’da 4.500 Yıllık Nadir Bir Halkalı Broş - Çanakkale Çanakkale’de 160 yılı aşkın süredir devam eden Troya kazılarında, MÖ 2500 yılına tarihlenen ve dünyada sadece üç örneği bulunan oldukça nadir bir altın halkalı broş ile uzak coğrafyalardan gelen bir yeşim taşı gün yüzüne çıkarıldı. Yüksek işçiliği ve estetik tasarımıyla döneminin toplumsal statü sembolü olan bu altın broş, Troya II tabakasının başlangıç tarihine dair süregelen akademik tartışmaları kesin biçimde MÖ 2500 yılına sabitleyerek arkeoloji dünyasında büyük bir dönüm noktası oluşturdu. Doğal kaynakları Doğu ve Orta Asya’da yoğunlaşan yeşim taşının kentin 6M Sarayı bölgesinde bulunması ise, 4.500 yıl önce Troya’nın kıtalararası lüks ticaret ağlarının merkezinde yer aldığını ve gelişmiş bir tüketim kültürüne sahip olduğunu kanıtlıyor.

8. Aspendos’ta Zeus’un Habercisi Hermes Heykeli - Antalya Antalya’nın Aspendos Antik Kenti’nde, Tiyatro Caddesi üzerindeki anıtsal bir çeşme yıkıntısı arasında yürütülen kazılarda; Zeus’un habercisi, ticaretin ve yolların koruyucusu tanrı Hermes’i tasvir eden muazzam bir mermer heykel gün yüzüne çıkarıldı. MS 2. yüzyıl sonu ile 3. yüzyıl başlarına tarihlenen bu Roma İmparatorluk Dönemi şaheseri, sağ elinde bir para kesesi, sol omzundan sarkan pelerini ve karakteristik kerykeion asasıyla birlikte betimlenirken, ayağının dibinde sadık bir koç figürünü barındırmasıyla mitolojik kimliğine dair zengin detaylar sunuyor. Birçok parçaya ayrılmış halde bulunmasına rağmen titizlikle restore edilerek 1,65 metrelik görkemli formuna kavuşturulan heykel; aynı alanda bulunan Aphrodite, Eros ve Artemis parçalarıyla birlikte Aspendos’un Roma dönemindeki sanatsal zenginliğini ve tanrılar panteonuna olan bağlılığını bir kez daha kanıtlıyor.

9. Sayburç’ta Ölüm Ritüellerini Gösteren 10.500 Yıllık Heykel - Şanlıurfa Şanlıurfa’nın antik miras alanı Taş Tepeler’in bir parçası olan Sayburç’ta, MÖ 8.500 yılına tarihlenen ve erken yerleşik toplulukların ölüm ritüellerine dair sarsıcı detaylar sunan 11.500 yıllık benzersiz bir heykel gün yüzüne çıkarıldı. Çanak Çömleksiz Neolitik B dönemine ait olan bu eserde; belirgin kaburga kemikleri, dikilmiş bir ağız tasviri ve yumuşakça kabuklarıyla doldurulmuş göz çukurları dikkat çekerken, baş kısmındaki izler dönemin gizemli uygulamalarından biri olan kafatası yüzme pratiklerine işaret ediyor. Geçtiğimiz yıl Karahantepe’de bulunan 2,3 metre boyundaki iskelet görünümlü oturur heykel, duvardaki akbaba figürü ve ritüelistik taş tabaklarla birlikte değerlendirildiğinde, bu buluntu bölgedeki kadim toplulukların yaşam ile ölüm arasındaki sembolik bağı ne kadar derin ve dramatik bir sanatsal dille ifade ettiklerini bir kez daha kanıtlıyor.

10. Datça Açıklarındaki Osmanlı Batığında Bir Hançer - Muğla Muğla’nın Datça kıyılarında yer alan ve Türkiye’nin kazısı yapılan tek 17. yüzyıl Osmanlı batığı olma özelliğini taşıyan Kızlan Batığı, imparatorluğun deniz askeri gücü ile günlük yaşam lüksünü bir arada sunan muazzam bir kargoyu gün yüzüne çıkardı. Geminin sancak tarafına yatarak yanarak batmadan önce taşıdığı kıvrımlı formuyla dikkat çeken süslü bir hançer, paketlenmiş onlarca tüfek, humbaralar ve kılıçlar batığın güçlü askeri kimliğini belgelerken; bambu paketler içindeki nadide Çin porselenleri, fildişi satranç takımları ve deri mataralar dönemin ticaret ağlarının genişliğini kanıtlıyor. Özellikle mühür üzerindeki Hicri 1078 (Miladi 1667–1668) tarihi ve Abdullah Ahmed ismiyle mühürlenen bu 30 metrelik gemi, bir çatışma sonrası kıyıya sürüklenerek karaya oturan trajik sonuyla, 17. yüzyıl Osmanlı denizcilik tarihine dair adeta bir zaman kapsülü görevi görüyor.