Geçtiğimiz hafta sonu büyük bir kitapçıda gezinirken çok satanlar standına uğradım. Kitap okuma oranımızın hayli düşük olduğunu biliyoruz... Listedeki çok satanların çok önemli bir oranının kişisel gelişim kitabı olduğunu fark ettim. Listeye bakınca okurun hangi kitapları tercih ettiği üzerinden toplumun ruh hâline dair az çok bir fikir edinmek mümkün diye düşündüm.
“Sen Yeter ki İste”, “Bırak Yapsınlar Teorisi”, “Rezonans Kanunu”, “Büyük Değişiklikler, Büyük Sonuçlar”, “Atomik Alışkanlıklar”, “Değişiyorum”, “Hayır Diyebilme Sanatı”, “Yaşamak”, “Bugün Kalan Hayatımın İlk Günü...” Liste uzayıp gidiyor.
Yıllar evvel “The Secret (Sır)” ve “Ferrarisini Satan Bilge” gibi kişisel gelişim kitapları da uzun süre listelerin tepesinde kalmıştı. İnsanların en çok tökezlediği alanlara - maddi durum, sağlık, aşk, aile, kariyer - sihirli formüller sunuyorlardı. Okur, bu kitapların vaat ettiği mucizelere inanmakta pek de zorlanmamış olmalı ki, tür olarak hala en çok satanlar listesinde hatırı sayılır oranda yer tutmaya devam ediyor.
Kaç kişi gerçekten Ferrarisini sattı, kaçının hayatı değişti bilinmez. Ama sıkça, “Hele bir Ferrari’miz olsun, satmasını biz biliriz aga” esprisi duymuştum. Belki kimse yepyeni bir hayat kuramadı, yeni bir hikaye yaratamadı, aradığı mutluluğu, aşkını bulamadı, huzur okyanuslarında kulaç atamadı; Ama yazarların ve yayınevlerinin banka hesapları hayli kabardı...
Hayat karşısında zorlanması ile bu kez tüm kusuru kabahati kendinde görüp derdine derman arayışına girince sürekli bir “toksik pozitiflik” telkin eden, mucizeler vaad eden, şu kadar maddede mutluluğun, aşkın, para kazınmanın formülünü veren kişisel gelişim kitaplarını hatmetmeye, sosyal tarikat, cemaatlerin aktivitelerine akmaya başladı insanlar.
Son dönemin popüler adresi “Aile Dizimi” oldu.Bununla birlikte yaşam koçları, uzakdoğu guruları, enerjiciler, şifacılar, çakracılar, kuantumcular kurtarıcı iddiası ile epeyce mürit topladı.
Sürekli mutlu olma adına hazcılık, sürekli pozitif yaşama çabası, ideal aşkı ve ilişkiyi bulma, kısa sürede bol para kazanma hırsı gibi alanlarda sıkışmış gibi duruyor hayat.
Tanık olduğum kadarı ile bahsettiğim sosyal cemaat tarikatlara bulaşanlarda, özellikle bu “toksik iyimserlik” halinin sonucunda insanlar gerçeklikten kopup yetersizlik duygusu ile daha da bir açmaza sürüklendi.
Meseleleri gerçeklikten kopup halının altına süpürenler, evrene sürekli pozitif mesajlar yollayanlar, nefeslerini çakralarını açanlar, dertlerinin tasalarının nedenini kendinden önceki akrabalarına yükleyenler, kuantumdan medet umanlar sonrasında maalesef anti-depresan kuyruğuna yazılmaya başladı.
Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2010’da yüzde 33 olan antidepresan kullanımı, 2021’de yüzde 53’e, 2024’te ise yüzde 60’a dayandı. Her 100 kişiden 60’ı antidepresan kullanıyor artık.
Antik çağdan bu yana insan halleri ile meşgul filozoflar, felsefeciler, modern çağda psikiyatrist, yazar çizer, son zamanlarda insan beyni üzerine esaslı bilimsel çalışma yapan bilim insanları “anlamlı, doyumlu hayat, mutluluk ” üzerine bu kadar kafa yormuşken, yazıp çizmişken ve esaslı külliyat oluşturmuşken durum hala pek iç açıcı değil.
Hayatın temel duygusu mutluluk/mutsuzluk değil kuşkusuz
Ama…
Hep beraber mutsuzuz...
Ortalıkta mutluluk formülleri uçuşurken genç-yaşlı, bekar-evli, yoksul-zengin, doğulu-batılı, inançlı-inançsız, eğitimli-eğitimsiz , öğrenci -işçi hep birlikte bir mutsuzluk girdabında savrulup duruyoruz.
Sonsuz evren içinde kaale alınmayacak kadar minnak bir gezegende canı sıkkın bir coğrafyada yaşayan sevgili okur... Yaşadığın derdin tasanın tüm kusuru kabahati, sorumluluğu sadece sende mi acep ..
İnsanı yavaş yavaş yalnızlığa sürükleyen, sürekli tüketimi körükleyen, toplumu parçalayarak toplumsal sorunları bireyin omuzlarına yükleyen; Ne kadar ağır olursa olsun, herkesi kendi yükünü taşımaya zorlayan kapitalist sistemde; “Her koyun kendi bacağından asılır, gemisini kurtaran kaptan” sözleri hayatın temel anlayışına dönüşünce bu kez insan, dayanışmanın, paylaşmanın sıcaklığından uzak, yalnızca kendi başının çaresine bakmayla meşgul bir varlığa dönüştü.
Hikayenin bir tarafı da ülkenin hali pürmelali ile ilgili
Doğu batı arasında sıkışmış, gelenek ile modernitenin çatıştığı...
Göçle kentlerin birer büyük köye dönüştüğü…
Coğrafyadaki çatışma ve huzursuzluklardan kaçanların gettolar oluşturduğu...
Herkesçe sebebi farklı gelecek kaygısının had safhaya ulaştığı…
Sosyal cinsiyet rollerinin hızla ve çarpık bir şekilde değiştiği…
Teknolojinin baş döndürücü şekilde geliştiği ve hayatı dönüştürdüğü bir döngünün içindeyiz...
Hal böyleyken ve her şey hızla dönüşürken, iyiden de kötüden de payına düşeni yaşayacaksın sevgili okur.
.Kendini çok da heder etme yani..
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı, Oxford Üniversitesi Refah Araştırma Merkezi ve Gallup’un ortak hazırladığı 2025 Dünya Mutluluk Raporu’na göre ilk dört ülke: 1. Finlandiya, 2. Danimarka, 3. İzlanda, 4. İsveç. Finlandiya üst üste sekizinci kez zirvede.
Dünyanın 17. büyük ekonomisine sahip Türkiye kaçıncı sırada?
Yanıt: 94.
Ayrıca dünyanın en sinirli ülkeleri listesinde Türkiye, Lübnan’ın ardından ikinci sırada.Tercümesi: Siz siz olun kimseye yan gözle bakmayın.
Peki Finlandiya ve kuzey ülkeleri mutluluk sırlamasında en üst sıralardayken nasıl oluyor da bu ülkelerdeki intihar oranı ortalaması diğer ülke ortalamalarının üstünde..
Sanırım BM ölçekte farklı parametreler kullanıyor.
Tüm temel gereksinmeleri karşılanan, iyi bir gelire sahip olan, gelecek kaygısı taşımayan ,her türlü kamusal hizmeti alan, yolsuzluk gibi derdi olmayan bu ülke vatandaşı nasıl oluyor da hayatına son vermeyi tercih ediyor.
Demek ki mesele başka yerde… Anladın?
Velhasıl dert tasa sadece sende değil.
Hal böyleyken 14. yüzyılda yaşamış ünlü tarihçi, sosyolog ve düşünür İbn Haldun’a atfedilen sözü hatırlamamak mümkün değil: “Coğrafya kaderdir.”
Tüm bunları ardı sıra okuyunca içinizi bir kasvet kaplamıştır ki hadi tası tarağı toplayıp kaçıp gidelim dediğinizi de duyar gibiyim, sanki gidecek yer varmış gibi.
Gözünü karartıp tabi ki gidebilirsin . Hayat şartların muhtemel daha iyi olacak. Ama sen kafanın içindekileriyle yani zihnindekiler ile gideceksin.. Ve muhtemeldir ki ait olma hissi olmadığında kök salamayacak, mutsuz olmaya da devam edeceksin sevgili okur.
Doğru: Mutsuz ve sinirli , “kafamıza bir tek gezegen düşmedi” dediğimiz coğrafyada yaşıyoruz.
Bütün bunlara rağmen..
Ne gidecek ne de sevecek başka bir yerimiz var…
Enseyi karartma sevgili okur.
İnsanın hikayesidir yaşadıklarımız.… Var oluşundan bu yana pek de değişmedi hikaye..
Ve hayat devam ediyor.
Dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking'in meşhur sözü: 'Hayat varsa, umut da vardır'...
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Naci Binay
Mutsuzluk kaderimiz mi?
Geçtiğimiz hafta sonu büyük bir kitapçıda gezinirken çok satanlar standına uğradım. Kitap okuma oranımızın hayli düşük olduğunu biliyoruz... Listedeki çok satanların çok önemli bir oranının kişisel gelişim kitabı olduğunu fark ettim. Listeye bakınca okurun hangi kitapları tercih ettiği üzerinden toplumun ruh hâline dair az çok bir fikir edinmek mümkün diye düşündüm.
“Sen Yeter ki İste”, “Bırak Yapsınlar Teorisi”, “Rezonans Kanunu”, “Büyük Değişiklikler, Büyük Sonuçlar”, “Atomik Alışkanlıklar”, “Değişiyorum”, “Hayır Diyebilme Sanatı”, “Yaşamak”, “Bugün Kalan Hayatımın İlk Günü...” Liste uzayıp gidiyor.
Yıllar evvel “The Secret (Sır)” ve “Ferrarisini Satan Bilge” gibi kişisel gelişim kitapları da uzun süre listelerin tepesinde kalmıştı. İnsanların en çok tökezlediği alanlara - maddi durum, sağlık, aşk, aile, kariyer - sihirli formüller sunuyorlardı. Okur, bu kitapların vaat ettiği mucizelere inanmakta pek de zorlanmamış olmalı ki, tür olarak hala en çok satanlar listesinde hatırı sayılır oranda yer tutmaya devam ediyor.
Kaç kişi gerçekten Ferrarisini sattı, kaçının hayatı değişti bilinmez. Ama sıkça, “Hele bir Ferrari’miz olsun, satmasını biz biliriz aga” esprisi duymuştum. Belki kimse yepyeni bir hayat kuramadı, yeni bir hikaye yaratamadı, aradığı mutluluğu, aşkını bulamadı, huzur okyanuslarında kulaç atamadı; Ama yazarların ve yayınevlerinin banka hesapları hayli kabardı...
Hayat karşısında zorlanması ile bu kez tüm kusuru kabahati kendinde görüp derdine derman arayışına girince sürekli bir “toksik pozitiflik” telkin eden, mucizeler vaad eden, şu kadar maddede mutluluğun, aşkın, para kazınmanın formülünü veren kişisel gelişim kitaplarını hatmetmeye, sosyal tarikat, cemaatlerin aktivitelerine akmaya başladı insanlar.
Son dönemin popüler adresi “Aile Dizimi” oldu.Bununla birlikte yaşam koçları, uzakdoğu guruları, enerjiciler, şifacılar, çakracılar, kuantumcular kurtarıcı iddiası ile epeyce mürit topladı.
Sürekli mutlu olma adına hazcılık, sürekli pozitif yaşama çabası, ideal aşkı ve ilişkiyi bulma, kısa sürede bol para kazanma hırsı gibi alanlarda sıkışmış gibi duruyor hayat.
Tanık olduğum kadarı ile bahsettiğim sosyal cemaat tarikatlara bulaşanlarda, özellikle bu “toksik iyimserlik” halinin sonucunda insanlar gerçeklikten kopup yetersizlik duygusu ile daha da bir açmaza sürüklendi.
Meseleleri gerçeklikten kopup halının altına süpürenler, evrene sürekli pozitif mesajlar yollayanlar, nefeslerini çakralarını açanlar, dertlerinin tasalarının nedenini kendinden önceki akrabalarına yükleyenler, kuantumdan medet umanlar sonrasında maalesef anti-depresan kuyruğuna yazılmaya başladı.
Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2010’da yüzde 33 olan antidepresan kullanımı, 2021’de yüzde 53’e, 2024’te ise yüzde 60’a dayandı. Her 100 kişiden 60’ı antidepresan kullanıyor artık.
Velhasıl “binmişiz alamete, gidiyoruz kıyamete” halindeyiz.
Antik çağdan bu yana insan halleri ile meşgul filozoflar, felsefeciler, modern çağda psikiyatrist, yazar çizer, son zamanlarda insan beyni üzerine esaslı bilimsel çalışma yapan bilim insanları “anlamlı, doyumlu hayat, mutluluk ” üzerine bu kadar kafa yormuşken, yazıp çizmişken ve esaslı külliyat oluşturmuşken durum hala pek iç açıcı değil.
Hayatın temel duygusu mutluluk/mutsuzluk değil kuşkusuz
Ama…
Hep beraber mutsuzuz...
Ortalıkta mutluluk formülleri uçuşurken genç-yaşlı, bekar-evli, yoksul-zengin, doğulu-batılı, inançlı-inançsız, eğitimli-eğitimsiz , öğrenci -işçi hep birlikte bir mutsuzluk girdabında savrulup duruyoruz.
Sonsuz evren içinde kaale alınmayacak kadar minnak bir gezegende canı sıkkın bir coğrafyada yaşayan sevgili okur... Yaşadığın derdin tasanın tüm kusuru kabahati, sorumluluğu sadece sende mi acep ..
İnsanı yavaş yavaş yalnızlığa sürükleyen, sürekli tüketimi körükleyen, toplumu parçalayarak toplumsal sorunları bireyin omuzlarına yükleyen; Ne kadar ağır olursa olsun, herkesi kendi yükünü taşımaya zorlayan kapitalist sistemde; “Her koyun kendi bacağından asılır, gemisini kurtaran kaptan” sözleri hayatın temel anlayışına dönüşünce bu kez insan, dayanışmanın, paylaşmanın sıcaklığından uzak, yalnızca kendi başının çaresine bakmayla meşgul bir varlığa dönüştü.
Hikayenin bir tarafı da ülkenin hali pürmelali ile ilgili
Doğu batı arasında sıkışmış, gelenek ile modernitenin çatıştığı...
Göçle kentlerin birer büyük köye dönüştüğü…
Coğrafyadaki çatışma ve huzursuzluklardan kaçanların gettolar oluşturduğu...
Herkesçe sebebi farklı gelecek kaygısının had safhaya ulaştığı…
Sosyal cinsiyet rollerinin hızla ve çarpık bir şekilde değiştiği…
Teknolojinin baş döndürücü şekilde geliştiği ve hayatı dönüştürdüğü bir döngünün içindeyiz...
Hal böyleyken ve her şey hızla dönüşürken, iyiden de kötüden de payına düşeni yaşayacaksın sevgili okur.
.Kendini çok da heder etme yani..
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı, Oxford Üniversitesi Refah Araştırma Merkezi ve Gallup’un ortak hazırladığı 2025 Dünya Mutluluk Raporu’na göre ilk dört ülke: 1. Finlandiya, 2. Danimarka, 3. İzlanda, 4. İsveç. Finlandiya üst üste sekizinci kez zirvede.
Dünyanın 17. büyük ekonomisine sahip Türkiye kaçıncı sırada?
Yanıt: 94.
Ayrıca dünyanın en sinirli ülkeleri listesinde Türkiye, Lübnan’ın ardından ikinci sırada.Tercümesi: Siz siz olun kimseye yan gözle bakmayın.
Peki Finlandiya ve kuzey ülkeleri mutluluk sırlamasında en üst sıralardayken nasıl oluyor da bu ülkelerdeki intihar oranı ortalaması diğer ülke ortalamalarının üstünde..
Sanırım BM ölçekte farklı parametreler kullanıyor.
Tüm temel gereksinmeleri karşılanan, iyi bir gelire sahip olan, gelecek kaygısı taşımayan ,her türlü kamusal hizmeti alan, yolsuzluk gibi derdi olmayan bu ülke vatandaşı nasıl oluyor da hayatına son vermeyi tercih ediyor.
Demek ki mesele başka yerde… Anladın?
Velhasıl dert tasa sadece sende değil.
Hal böyleyken 14. yüzyılda yaşamış ünlü tarihçi, sosyolog ve düşünür İbn Haldun’a atfedilen sözü hatırlamamak mümkün değil: “Coğrafya kaderdir.”
Tüm bunları ardı sıra okuyunca içinizi bir kasvet kaplamıştır ki hadi tası tarağı toplayıp kaçıp gidelim dediğinizi de duyar gibiyim, sanki gidecek yer varmış gibi.
Gözünü karartıp tabi ki gidebilirsin . Hayat şartların muhtemel daha iyi olacak. Ama sen kafanın içindekileriyle yani zihnindekiler ile gideceksin.. Ve muhtemeldir ki ait olma hissi olmadığında kök salamayacak, mutsuz olmaya da devam edeceksin sevgili okur.
Doğru: Mutsuz ve sinirli , “kafamıza bir tek gezegen düşmedi” dediğimiz coğrafyada yaşıyoruz.
Bütün bunlara rağmen..
Ne gidecek ne de sevecek başka bir yerimiz var…
Enseyi karartma sevgili okur.
İnsanın hikayesidir yaşadıklarımız.… Var oluşundan bu yana pek de değişmedi hikaye..
Ve hayat devam ediyor.
Dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking'in meşhur sözü: 'Hayat varsa, umut da vardır'...