Klinik Psikolog Didar Bademci bu röportajda yeme alışkanlıklarımızın duygusal dünyamızla nasıl bağlantılı olduğuna, Freud’un bugünün yeme davranışlarını nasıl yorumlayacağına ve farkındalıkla yemenin neden zihinsel dengeyi güçlendirdiğine değiniyor.
İnsanların yeme alışkanlıkları psikolojilerini ne kadar yansıtır?
Yeme alışkanlıklarımız sandığımızdan çok daha fazla şey söyler. Bir kişi hızlı mı yiyor, duygularıyla mı yiyor, kaçamak mı yapıyor, kontrolcü mü davranıyor… Bunların hepsi kişinin stresle, kontrolle ve duygularıyla kurduğu ilişki hakkında ipuçları verir. Aslında çoğu zaman tabağımızda sadece yemek yoktur; orada alışkanlıklar, bastırılmış duygular, geçmiş deneyimler ve baş etme biçimleri vardır.

Yeme davranışımız ruh halimizle ne kadar bağlantılı?
Oldukça bağlantılı. Stresli olduğumuzda tatlı ve abur cubura yönelmemizin nedeni biyolojiktir: Stres hormonu kortizol arttığında beyin “hızlı mutluluk” ister. Şeker ve karbonhidrat da beyinde serotonin ve dopamin salgılatır. Yani o anda yemek, bir tür duygusal ağrı kesici gibi çalışır. Duygusal yeme ile baş etmek için küçük ama etkili öneriler:
- Yemedeki duyguyu fark et: “Aç mıyım, üzgün müyüm?”
- Duyguyu bastırmak yerine adlandır: “Şu an canım sıkılıyor.”
- Duyguyu yemekle değil, hareketle boşalt: kısa yürüyüş, nefes
- Kendine yasak koymak yerine denge kur: yasak yemeği büyütür
- O an için duygusal başka bir “kaçış” planın olsun (müzik, duş, yazı)

Freud bugün yeme alışkanlıklarımızı görse ne derdi?
Freud yemek davranışını bastırılmış duyguların sembolik dışavurumu olarak görürdü. Bugünü görse muhtemelen şunu söylerdi: “Siz artık açlığınızı değil; boşluğunuzu doyuruyorsunuz.” Freud’un bugün özellikle ilgisini çekecek şeyler:
- Tıkınırcasına yeme davranışı
- Bağımlılık yaratan fast-food kültürü
- Şekerle kurulan duygusal bağ
- Muhtemelen “şekere bağımlılığı” modern çağın yeni “oral bağımlılığı” olarak yorumlardı.
Yeme davranışını bilinçli hale getirmek için ne yapabiliriz?
Psikolojik olarak yapılabilecek en önemli şey:
- Otomatiği kapatıp farkındalığı açmak
- Ekru (boş) kalori yerine bilinçli seçim
- Açlık – duygu ayrımını öğrenmek
- Yemek öncesi durmak: “Şu an ne hissediyorum?”
- Kendine suçluluk yerine anlayışla yaklaşmak
- “Bozdum, bitti” mantığını bırakmak
Yeme alışkanlığı disiplin değil, ilişki meselesidir. Kendinle ilişkin düzelmeden tabakla ilişki düzelmez.
“Mindful Eating” hakkında ne düşünüyorsunuz?
Mindful eating farkındalıkla yemek demektir. Ne yediğini değil, nasıl yediğini fark etmektir:
- Ekransız yemek
- Yavaş çiğnemek
- Tatları ayırt etmek
- Doygunluğu fark etmek
Bu alışkanlık, kilo vermekten önce şunu öğretir: “Bedenimi gerçekten dinlemeyi” ve bedenini dinleyen biri, kendine daha az zarar verir.

Kültür, yemek ve psikoloji ilişkisi nasıl şekilleniyor?
Yemek sadece besin değil, aynı zamanda kimliktir. Türk mutfağında:
- “Yedirmesen ayıp” anlayışı
- Sevginin yemekle gösterilmesi
- Doymanın değil, tıka basa dolmanın “iyi” sayılması
Bu da şunu doğurur: Yemeğe hayır demek, insana hayır demek gibi hissedilir.
Oysa dünyada bazı kültürlerde: Az yemek bilgelik ve yavaş yemek saygıdır.
Bizde duygu + yemek = sevgi eşleşmesi çok güçlüdür.

Sosyal medya ve “görsel yeme kültürü” bizi nasıl etkiliyor?
Artık açlığımız midemizden değil, ekranımızdan geliyor. Bir şeyi sürekli görürsen, beynin bunu “ihtiyaç” zanneder. Sosyal medya:
- İştahtan çok arzu üretir
- Gerçek açlıkla sahte açlık karışır
- İnsan yemedikleri yüzünden bile kendini yetersiz hisseder.
Sonuç? “Gözü doyup ruhu aç kalan” bir nesil





